Kayıtlar

2016 biterken...

Resim
Bir yılı daha acısıyla tatlısıyla -daha ziyade acısıyla- geride bırakıyoruz bugün. Yıla güzel düşüncelerle başlayamıyorum ne yazık ki. İlk kez bu kadar karmakarışık hissediyorum bile diyebiliriz. Bir şeyler daima düzenli ve planlı gibi görünüyor ama her seferinde istediğimden daha farklı şeyler oluyor. 2016'yı çeyreklerine ayırarak anlatayım; 1. Çeyrek (Ocak-Mart) Güzel başlamadı, ilk günden itibaren bir şeylerin ters gideceği belliydi. Birilerinden kaçarak başladığım ilk çeyreği, başkalarından kaçarak bitirdim. Güzel şeyler olmadı mı? Elbette oldu ama dönüp bakınca hatırlayabileceğim kadar kayda değer bir şey olmamış sanırım. 2. Çeyrek (Nisan-Haziran) Bazı şeylerin kafamda oturmaya başladığı dönem. Artık kendi başıma olduğumu, İstanbul gibi bir yerde ayakta durmaya çalıştığımı fark ettiğim dönem. Yalnızlığa gereken önemi vermediğimi düşündüğüm kadar, yalnız olmayı istemediğim bir zaman aralığı. Eskiden çay bile demlemeyi bilmeyen kızın tek başına ev taşıyabildiği, bir

Aşırı kişisel 2016 albümleri listesi!

Resim
Eveeeet! Yılın son ayına gireceğimiz şu günlerde, çoğu müziksever gibi benim de aklımda yıl içinde yayımlanan albümler var. Hâl böyle olunca oturup bir de bunları düşündüm. Albümleri yeniden dinledim ki playlist'lerimizden eksik olmayan şarkıların albümleri bunlar zaten. 2016 müzikal açıdan ne derece tatmin edici bir yıl oldu, emin olamıyorum. Nick Cave 'den, Radiohead 'den ve yılın başında kaybettiğimiz David Bowie 'den albümler bile şu an elimizin altında mevcut bulunuyor. Ona rağmen 2014 ya da 2015 tadını alamadım ben. Kişisel nedenlerin, iş hayatının ve 2016'nın gerçekten berbat bir yıl olmasının etkisi de vardır bunda muhakkak. Neyse, ben şuraya bir liste bırakayım. Belki daha sonra ekleme, çıkarma, çarpma, bölme filan yaparım. 5) James Blake - Colour in Anything https://play.spotify.com/album/3W6y9r01OraL2mcoySQW9v 4) The Boxer Rebellion - Ocean by Ocean https://play.spotify.com/album/1a3NdLui7ZgCKlHTCW6U4a 3)

prettier than ever

Geride bıraktığımız yaz depresyonundan sonra, şöyle bir bakıyorum hayatıma. Ufak tefek güzel getirileri olmuş. Mesela; Kendim gibi davranmadığım iki aylık süreçten sonra yeniden kazanılan öz saygı İçindekileri atmak için devam edilen çeşitli sanatsal faaliyetlerin daha fazla üzerine düşme Yeni tanışılan insanlara kendimi olduğum gibi tanıtma (ne eksik ne fazla) Düzenli bir şekilde bir şeyler karalama Günlerden keyif alabilme Küçük şeylerin insanı hayata bağlayabildiğini fark etme  Bunlar ve benzerleri, aslında inanılmaz basit görünen, fakat kaybedip yeniden kazanıldığında insanın içini huzurla dolduran şeyler. Sıradanlığın ilk adımları, kendi kendine özel olma durumları...  Hiçbirimiz yeniden atomu parçalamayacağız, uzaya ilk kez çıkmayacağız, telefonu icat etmeyeceğiz. İşte sırf bu yüzden, bugünü, tam da bu ânı yaşamak, yapabileceğimiz en mantıklı hamle olabilir.  Fonda:  Yo La Tengo - I'll Be Around

etkinin tepkisizliği

Taksinin camından dışarıyı izledi bir süre. Telefonu çantasında, arka arkaya titremeye, onun dikkatini dağıtmaya devam ediyordu. Tam o anda, telefonu olmasa da radyoda başlayan şarkı bütün zihnini allak bullak etmeye yetmişti. Yıllardır, belirli aralıklarla, hiçbir şey hissetmeden dinlediği o şarkı, tam da o an her şeyi, kafasındaki bütün düşünceleri yerle bir etmeye başlamıştı. Gidiyordu, şarkı "git" diyordu. Gidiyordu zaten, gidecekti. İstenmediği yerde nasıl durabilirdi bir insan? Gitmeliydi, gidiyordu. Git, git, git...me. Ama gidiyordu. Gitmek zorundaydı. Neden bu kadar zordu bunu yapmak, gitmek, bırakmak...? Ne yaşamıştı da bu kadar zorlanıyordu? Cevapları bilmiyordu. Çekici olan, zorlayan da buydu. Hiçbir beklentisi yoktu, bir şey talep etmemiş, olduğu gibi kabul etmişti yaşadıklarını. İlk kez. Hayatında ilk kez! Saçma. Etmişti işte! Şimdi ise gidiyordu. Ağaçları, yolları, yağmur damlalarını izliyor ve gidiyordu. Birkaç damla gözyaşı ile karıştı son yağmurlar. Gitt

hayat bazen...

Resim
*  Tuvaletini kullanmak için girdiğin kahve dükkanından almak zorunda olduğun kahveyi içtikten beş dakika sonra, yeniden tuvaletinin gelmesi gibi. *  Ağaca dönmüş iki adamı görünce, "ağaç hakkında sohbet ediyorlar herhalde" diye düşünüp aslında ağacın dibine işediklerini fark ettiğin an ve hemen akabinde gelen "keşke ben de erkek olsaydım" hissi gibi. *  "Kesin kendini sevdirir" diye yanına zıplaya zıplaya gittiğin kedinin, yanına vardığın an "pıhhh"layarak kaçması gibi. *  Uzun zamandır hiçbir kitapçıda bulamadığın bir kitabı, hiç beklemediğin bir anda bir sahafta bulup okumaya başladıktan sonra ortalarında birkaç sayfasının eksik olduğunu fark etmek gibi. *  Erken uyanılan bir cumartesi sabahı, havanın çok güzel olduğunu görüp sevinçle yeniden uykuya döndükten sonra, ikinci kez uyanıldığında havanın kasvetli olduğunu görmek gibi. *  Duş almak için tüm giysileri çıkarıp suyu ayarlamaya çalışırken, sıcak suyun olmadığını fark e

changes are no good

Her mevsim değiştiğinde bende de bir şeyler değişiyor. Her şey değişse bile değişmeyen tek bir şey var; her geçen gün, o geçen günleri özlüyor olmam. Bana hiç kimse "bu büyük bir sıkıntı değil, hepimiz geçmişi özlüyoruz" demesin. Bu büyük bir sıkıntı. Her gün bir öncekini özlemekten anı yaşayamaz, kendimi yaptığım hiçbir işe veremez oldum. Beş yıldır buna alışmaya çalışıyorum ama günler biriktikçe özlem duygusu da feci şekilde yoğunlaşıyor. Lütfen mevsimleri değiştirmeyelim, zamanı durduralım. Rica ediyorum. Changing of the Seasons...

reality sucks.

Hiç gerçekleşmeyecek bir beklenti ile yaşamak zorunda kalıyor insan çoğu zaman. Bir akşamı düşünüyor, o akşamı özlüyor. Halbuki bir kot, sıkıca sarındığı bir mont ve kulaklarının altına kadar çektiği beresi ile ne kadar farklı bir akşam yaşayabilirdi ki?  "will you go out with me tonight lose it on a disco floor take the night bus with me tonight frost on the window it's freezing out here on the pavement but here in your arms it's heaven!" Bu linke alalım...